Paris Cluny Müzesi
Paris'te görülmesi gereken onca müzenin arasında öncelikliler listesine adını yazdırmayı hak eden şahane bir müzeden, Musée du Cluny'den bahsetmek istiyorum bugün sizlere. Önce müzenin temasına uygun güzel bir müzik koyalım fona, sonra da bu müzik eşliğinde yazımızı okuyalım, müzemizi öyle gezelim:
Bu müzeyi gezmek epey zamandır aklımdaydı ama bir türlü sıra gelmemişti. "Ne de olsa giderim" diye diye bunca zaman olmuş, ilk kez geçtiğimiz pazar günü ziyaret etme şansı buldum ve gezer gezmez de "burası şahane bir yer, burayı mutlaka blog'ta paylaşmalıyım" diye aklımdan geçirdim.
Musée de Cluny (müze dö klüni) 5. arrondissement'da, Paris'in tam kalbinde Quartier Latin olarak geçen bölgede yer alan son derece ilginç bir müze. Özellikle ortaçağ dönemi eserleri konusunda birbirinden ilginç ve bir o kadar da etkileyici örnekleri bulabileceğiniz çok güzel bir yer burası.
Paris'teki birbiriden güzel pek çok güzel müze gibi burası da sadece sergilenen eserler için değil, bir o kada da sergilenen mekanı görmek için gezilemesi gereken yerler arasında yer alıyor.
Müze, 15. yüzyılda inşa edilmiş "Hôtel de Cluny" adında bir gotik yapının bünyesinde bulunduğu için, bastığınız taş, dokunduğunuz duvar, baktığınız pencereler 500-550 yıllık bir tarihi hissetmenizi sağlıyor.
Tabi daha önce Hôtel de Ville, Hôtel de Sully yazılarımda bahsettiğim gibi burada kullanılan "hôtel" kelimesi bildiğimiz otel anlamına gelmiyor; fransızcada daha çok "konut, konak, rezidans" anlamlarında kullanılıyor. Burası da yüzyıllarca Collège de Cluny'nin eğitmen rahibelerinin konutu olarak kullanılıyormuş. Fransız devriminden sonra işlevini yitiren yapı 1843'ten itibaren Orta Çağ Müzesi olarak kullanılmaya başlanmış.
Bünyesinde Sainte Chapelle, Notre Dame Katedrali, Saint Germain des Près Kilisesi gibi pek çok önemli yapıdan eserleri barındıran bu müzede İstanbul'dan getirtilmiş bin yıllık eserlere rastlamak da insanda değişik duygular uyandırıyor.
Saint Michel'den Lüksemburg Bahçesi'ne doğru çıkan Saint Michel Bulvarı'nı takip ederken Saint Germain Bulvarı ile kesiştiği noktaya ulaştığınızda müzenin bahçesinin köşesine gelmiş oluyorsunuz. Buradan yukarı doğru devam ettiğinizde ilk soldan dönerseniz az ilerde solda müzenin girişi ile karşılaşacaksınız.
Birdenbire Paris'in ortasında karşınıza çıkan orta çağ mimarisi ile zamanda boyut değiştirme hissine kapılmamanız mümkün değil. Hele ki avluya girdiğinizde yapıyı daha bir net algılayabiliyorsunuz.
Avlunun en sağ tarafında bulunan kapıdan içeri girdiğinizde müzenin ana girişine de ulaşmış oluyorsunuz. Buradan biletinizi alıp sol taraftaki basamaklardan yukarı çıkarak önce hediyelik eşya bölümüne oradan da müze gezisinin ilk başlangıç noktasına varmış oluyorsunuz.
Dediğim gibi içerisi bir derya; hem sergilenen objeler hem de müzenin atmosferi inanılmaz güzellikte. Aslında ben ortaçağ sanatını çoğu insan gibi oldukça kasvetli bulanlardandım; o nedenle çok uzun süre bu eserlere bakamaz; sadece birkaç tane görüp "güzel ama bu kadarı yeter" der oradan uzaklaşmak isterdim ama Musée de Cluny'yi gezdikten sonra bu konudaki fikrim epey değişti.
Gezdiğim her salonda bir önceki salonda gördüklerimden daha çok etkilendim diyebilirim. Sanırım bunda müze yetkililerin müzecilik becerilerinin de etkisi var. Gerçi bir süre sonra birbirinden muhteşem ikonalar sıradan gelmeye başlıyor ama özellikle değerli madenler ve taşlarla yapılmış süs eşyaları, fildişi ve ahşap işçiliğinin en güzel örnekleri, dev boyutlardaki rengarenk ve capcanlı halılar ve ışıl ışıl vitraylar sizi alıp başka bir zaman boyutuna taşıyor.
Beni bu ziyaretimde en etkileyen objeler büyük ve renkli halılar oldu. Duvarlara dizilmiş bu capcanlı desendeki halılara saatlerce baksam sıkılmazdım herhalde. Bir de bildiğim kadarıyla orta çağ döneminde çıplak heykel pek yaygın değil ama buradaki incir yapraklı Adem heykeli bu bakımdan bana ilginç geldi.
Yüksek bir işçilik kalitesiyle taşa açtırılmış çiçekler, altın yapraklardan oluşturulmuş muhteşem bir gül, dantel gibi işlenmiş fildişi süslemeler, dev ahşap oymalar, haçlar, vitraylar, heykeller ve halılar; her şey o kadar etkileyici ki.
Tabi müzeyi gezerken hep üniversite yıllarımı, üçüncü sınıftaki Orta Çağ Felsefesi derslerimi, dolayısıyla sevgili hocamız Profesör Betül Çötüksöken'i andım. Tabi o zamanlar doçentti; biz ifadesiz ve durgun yüz ifadesi nedeniyle kendisine "tabula rasa" derdik :) Tabi o zaman fazlasıyla gençtik; gülmek için her şeye bir bahanemiz hep vardı. Bugünkü aklım olsa o derste kikirdeyip durmaktansa hocamıza yüzlerce soru sorardım. Ne yaparsınız ki, insanın olgunlaşması zaman alıyor...
Milli Eğitim müfredat programında Orta Çağ'ın Avrupa için karanlık bir dönem olduğu öğretilir ki kilisenin o dönemdeki günlük yaşam pratikleri, bilim sanat ve felsefe üzerindeki baskısı açıktır. Ama bu "karanlık" dönem nasıl olup da bu muhteşem sanat eserlerini üretebilmiştir? Sırf bu soruyu sormak için bile bu müze görülmeye değer bir yer gerçekten.
Müzenin gezi güzergahı o kadar güzel tasarlanmış ki, bir geçtiğiniz salondan bir daha geçmeden, bu müthiş binanın içinde yaklaşık bir saatlik bir turla gezinizi tamamlayıp ilk başladığınız yere, hediyelik eşyaların satıldığı bölüme dönüyorsunuz.
Müzeden çıktıktan sonra hemen önünde küçük bir park göreceksiniz, bu parkın ana cadde tarafında Descartes'ın heykeli var; eğer felsefe ile ilgileniyorsanız bu heykel sizin için önemli olacaktır. Her ne kadar bilimsel ve kültürel bir anlamı olsa da binlerce kişi heykelin ayağına dokunarak dilekte bulunmaktan çekinmemiş olacak ki Descartes'ın sağ ayağı epey bir parlamış :)
Parkın tam karşısında da ünlü Sorbonne Üniversitesi bulunuyor. Burası bir zamanlar hayalimdi ama şimdi sadece "özel ve değerli bir yer" olarak algılıyorum; benim yaşam çizgim üniversite sonrası bambaşka bir şekilde gelişti çünkü.
Musée du Cluny Pazartesi hariç haftanın her günü 09:15-17:45 saatleri arasında gezilebilir. Bir de 1 Ocak, 1 Mayıs ve 25 Aralık tarihlerinde kapalı olduğunu unutmamak gerek. Bilet fiyatı 8€. Bazı dönemlerde geçici sergiler olduğu zamanlar bu fiyat 9€ olabiliyor. Detaylar ve en güncel bilgiler için müzenin resmi sayfasına bu linkten ulaşabilirsiniz.
Müze 18 yaşından küçükler ve 18-26 yaş arası Avrupa Birliği vatandaşı ya da oturma izni olan gençler için ücretsiz. Bir de her ayın ilk pazar günü ücretsiz olan müzelerden biri olduğu için geziniz böyle bir tarihe denk geliyorsa Musée de Cluny'yi ücretsiz gezme şansınız var.
Müze geziniz sonrası Paris'in kalbinde olacağınız için yapabileceğiniz pek çok şey var: Dilerseniz Saint Michel tarafında gezinip oradan Île de la Cité'ye geçebilirsiniz, dilerseniz Saint Germain Bulvarı üzerinde dolaşabilirsiniz, dilerseniz de Lüksemburg Bahçesi ve Panthéon turu ile gezinize devam edebilirsiniz; hepsi iki adım mesafede çünkü.
Bu müzeyi gezmek epey zamandır aklımdaydı ama bir türlü sıra gelmemişti. "Ne de olsa giderim" diye diye bunca zaman olmuş, ilk kez geçtiğimiz pazar günü ziyaret etme şansı buldum ve gezer gezmez de "burası şahane bir yer, burayı mutlaka blog'ta paylaşmalıyım" diye aklımdan geçirdim.
Musée de Cluny (müze dö klüni) 5. arrondissement'da, Paris'in tam kalbinde Quartier Latin olarak geçen bölgede yer alan son derece ilginç bir müze. Özellikle ortaçağ dönemi eserleri konusunda birbirinden ilginç ve bir o kadar da etkileyici örnekleri bulabileceğiniz çok güzel bir yer burası.
Paris'teki birbiriden güzel pek çok güzel müze gibi burası da sadece sergilenen eserler için değil, bir o kada da sergilenen mekanı görmek için gezilemesi gereken yerler arasında yer alıyor.
Müze, 15. yüzyılda inşa edilmiş "Hôtel de Cluny" adında bir gotik yapının bünyesinde bulunduğu için, bastığınız taş, dokunduğunuz duvar, baktığınız pencereler 500-550 yıllık bir tarihi hissetmenizi sağlıyor.
Tabi daha önce Hôtel de Ville, Hôtel de Sully yazılarımda bahsettiğim gibi burada kullanılan "hôtel" kelimesi bildiğimiz otel anlamına gelmiyor; fransızcada daha çok "konut, konak, rezidans" anlamlarında kullanılıyor. Burası da yüzyıllarca Collège de Cluny'nin eğitmen rahibelerinin konutu olarak kullanılıyormuş. Fransız devriminden sonra işlevini yitiren yapı 1843'ten itibaren Orta Çağ Müzesi olarak kullanılmaya başlanmış.
Bünyesinde Sainte Chapelle, Notre Dame Katedrali, Saint Germain des Près Kilisesi gibi pek çok önemli yapıdan eserleri barındıran bu müzede İstanbul'dan getirtilmiş bin yıllık eserlere rastlamak da insanda değişik duygular uyandırıyor.
Saint Michel'den Lüksemburg Bahçesi'ne doğru çıkan Saint Michel Bulvarı'nı takip ederken Saint Germain Bulvarı ile kesiştiği noktaya ulaştığınızda müzenin bahçesinin köşesine gelmiş oluyorsunuz. Buradan yukarı doğru devam ettiğinizde ilk soldan dönerseniz az ilerde solda müzenin girişi ile karşılaşacaksınız.
Birdenbire Paris'in ortasında karşınıza çıkan orta çağ mimarisi ile zamanda boyut değiştirme hissine kapılmamanız mümkün değil. Hele ki avluya girdiğinizde yapıyı daha bir net algılayabiliyorsunuz.
Avlunun en sağ tarafında bulunan kapıdan içeri girdiğinizde müzenin ana girişine de ulaşmış oluyorsunuz. Buradan biletinizi alıp sol taraftaki basamaklardan yukarı çıkarak önce hediyelik eşya bölümüne oradan da müze gezisinin ilk başlangıç noktasına varmış oluyorsunuz.
Dediğim gibi içerisi bir derya; hem sergilenen objeler hem de müzenin atmosferi inanılmaz güzellikte. Aslında ben ortaçağ sanatını çoğu insan gibi oldukça kasvetli bulanlardandım; o nedenle çok uzun süre bu eserlere bakamaz; sadece birkaç tane görüp "güzel ama bu kadarı yeter" der oradan uzaklaşmak isterdim ama Musée de Cluny'yi gezdikten sonra bu konudaki fikrim epey değişti.
Gezdiğim her salonda bir önceki salonda gördüklerimden daha çok etkilendim diyebilirim. Sanırım bunda müze yetkililerin müzecilik becerilerinin de etkisi var. Gerçi bir süre sonra birbirinden muhteşem ikonalar sıradan gelmeye başlıyor ama özellikle değerli madenler ve taşlarla yapılmış süs eşyaları, fildişi ve ahşap işçiliğinin en güzel örnekleri, dev boyutlardaki rengarenk ve capcanlı halılar ve ışıl ışıl vitraylar sizi alıp başka bir zaman boyutuna taşıyor.
Beni bu ziyaretimde en etkileyen objeler büyük ve renkli halılar oldu. Duvarlara dizilmiş bu capcanlı desendeki halılara saatlerce baksam sıkılmazdım herhalde. Bir de bildiğim kadarıyla orta çağ döneminde çıplak heykel pek yaygın değil ama buradaki incir yapraklı Adem heykeli bu bakımdan bana ilginç geldi.
Yüksek bir işçilik kalitesiyle taşa açtırılmış çiçekler, altın yapraklardan oluşturulmuş muhteşem bir gül, dantel gibi işlenmiş fildişi süslemeler, dev ahşap oymalar, haçlar, vitraylar, heykeller ve halılar; her şey o kadar etkileyici ki.
Tabi müzeyi gezerken hep üniversite yıllarımı, üçüncü sınıftaki Orta Çağ Felsefesi derslerimi, dolayısıyla sevgili hocamız Profesör Betül Çötüksöken'i andım. Tabi o zamanlar doçentti; biz ifadesiz ve durgun yüz ifadesi nedeniyle kendisine "tabula rasa" derdik :) Tabi o zaman fazlasıyla gençtik; gülmek için her şeye bir bahanemiz hep vardı. Bugünkü aklım olsa o derste kikirdeyip durmaktansa hocamıza yüzlerce soru sorardım. Ne yaparsınız ki, insanın olgunlaşması zaman alıyor...
Milli Eğitim müfredat programında Orta Çağ'ın Avrupa için karanlık bir dönem olduğu öğretilir ki kilisenin o dönemdeki günlük yaşam pratikleri, bilim sanat ve felsefe üzerindeki baskısı açıktır. Ama bu "karanlık" dönem nasıl olup da bu muhteşem sanat eserlerini üretebilmiştir? Sırf bu soruyu sormak için bile bu müze görülmeye değer bir yer gerçekten.
Müzenin gezi güzergahı o kadar güzel tasarlanmış ki, bir geçtiğiniz salondan bir daha geçmeden, bu müthiş binanın içinde yaklaşık bir saatlik bir turla gezinizi tamamlayıp ilk başladığınız yere, hediyelik eşyaların satıldığı bölüme dönüyorsunuz.
Müzeden çıktıktan sonra hemen önünde küçük bir park göreceksiniz, bu parkın ana cadde tarafında Descartes'ın heykeli var; eğer felsefe ile ilgileniyorsanız bu heykel sizin için önemli olacaktır. Her ne kadar bilimsel ve kültürel bir anlamı olsa da binlerce kişi heykelin ayağına dokunarak dilekte bulunmaktan çekinmemiş olacak ki Descartes'ın sağ ayağı epey bir parlamış :)
Parkın tam karşısında da ünlü Sorbonne Üniversitesi bulunuyor. Burası bir zamanlar hayalimdi ama şimdi sadece "özel ve değerli bir yer" olarak algılıyorum; benim yaşam çizgim üniversite sonrası bambaşka bir şekilde gelişti çünkü.
Musée du Cluny Pazartesi hariç haftanın her günü 09:15-17:45 saatleri arasında gezilebilir. Bir de 1 Ocak, 1 Mayıs ve 25 Aralık tarihlerinde kapalı olduğunu unutmamak gerek. Bilet fiyatı 8€. Bazı dönemlerde geçici sergiler olduğu zamanlar bu fiyat 9€ olabiliyor. Detaylar ve en güncel bilgiler için müzenin resmi sayfasına bu linkten ulaşabilirsiniz.
Müze 18 yaşından küçükler ve 18-26 yaş arası Avrupa Birliği vatandaşı ya da oturma izni olan gençler için ücretsiz. Bir de her ayın ilk pazar günü ücretsiz olan müzelerden biri olduğu için geziniz böyle bir tarihe denk geliyorsa Musée de Cluny'yi ücretsiz gezme şansınız var.
Müze geziniz sonrası Paris'in kalbinde olacağınız için yapabileceğiniz pek çok şey var: Dilerseniz Saint Michel tarafında gezinip oradan Île de la Cité'ye geçebilirsiniz, dilerseniz Saint Germain Bulvarı üzerinde dolaşabilirsiniz, dilerseniz de Lüksemburg Bahçesi ve Panthéon turu ile gezinize devam edebilirsiniz; hepsi iki adım mesafede çünkü.
Dünyadaki Başlıca Müzeler
- Amsterdam Rijksmuseum
- Atina Ulusal Arkeoloji Müzesi
- Floransa Ulusal Müze
- Fransa Louvre Müzesi
- Fransa Orsay Müzesi
- Guggenheim Müzesi
- Güzel Sanatlar Kraliyet Müzesi
- Hollanda Tropenmuseum Kraliyet Tropikal Enstitüsü
- Kahire Mısır Müzesi
- Kraliyet Resim Galerisi, Mauritshuis
- Londra British Museum
- Meksiko Ulusal Antropoloji Müzesi
- New York Amerika Doğa Tarihi Müzesi
- Paris Cluny Müzesi
- Pompidou Sanat ve Kültür Merkezi
- Prado Müzesi
- Rio de Janerio Ulusal Müze
- Stockholm Doğa Tarihi Müzesi
- Tate Galerisi
- Tokyo Ulusal Müze
- Tretyakov Galerisi
- Vatikan Müzesi
- Victoria ve Albert Müzesi
- Vincent van Gogh Müzesi
- Viyana Sanat Tarihi Müzesi ve Museumsquartier