TÂRİH VE KÜLTÜRÜMÜZE YABANCI GÖZÜYLE BAKMAK

Kültür Bakanlığı'nın yardımları ve Topkapı Sarayı Müzesi elemanlarının mârifetiyle, Akbank tarafından geçen sene, "Topkapı Sarayı" isimli bir kitap neşredildi. Kitabın Önsöz'ünde, kültür târihimiz açısından mühim sayılabilecek yanlış bir hükümde bulunulmuş. Deniliyor ki: "... Köle-kul sistemi Osmanlı devlet yönetiminin temelini teşkil ediyordu." Evet, günümüzde sıkça rastlanan bir hata... Muallakta bırakılmış bu hükmün mesnedi de herhalde, klasik Kapıkulu tâbirinin zihinlerde önce "pâdişâh'ın kulları" vecîzesi(!)ne inkılâb edip sonra da "pâdişah köleleri" gibi anlaşılması olmalıdır. Halbuki Kapıkulu, Osmanlı devletinin devamlı ordusunu meydana getiren ücretli asker ve memurlara verilen ünvandır.
Aslında kul ve köle sıfatlarının tedâi ettirdiği düşünceleri, günümüzdeki mücerred ve müşahhas mânâlarıyla değil, kendi devirlerindeki küllî mefhumlarıyla anlamak gerekir. Zira zaman ve mekânla sınırlı cüz'î kaziyeler, küllî kaziyelerle aynı neticeyi vermez, aynı mânâya gelmez. Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, Osmanlı Devleti'nin iktisâdî hiçbir zaman köle emeğine dayanan bir üretim sistemi olmamıştır. Köleler ve câriyeler, hâli vakti yerinde olan kimseler tarafından ev hizmetleri, çocuk bakımı gibi işlerde kullanılmak üzere satın alınırdı. Bir müddet sonra da "bacı, dadı, lala, ağa" gibi lakaplarla çağrılarak hâne halkından biri gibi kabul edilirlerdi. Birçoğu da İslâm dîninde va'dedilen köle a'zâd etme sevâbına nâil olmak için sahipleri tarafından a'zâd edilirlerdi.
Küçük yaşta eve gelenler yirmi yaşları civarına yaklaştıklarında, çeyizleri ve sair ihtiyaçları kendi mevla'sı tarafından temin edilerek evlendirilirlerdi. Ancak yıllar boyu meydana gelmiş yakın ve sıcak münâsebetler yine devam eder, yaşlandıklarında da âilenin büyüğü gibi itibar görürlerdi. Saray'a köle olarak alınanlar ise, Bâbüssaâde Ağası gibi teşrifatta sadrâzam ve şeyhulislâmdan hemen sonra gelen çok mühim vazifelere kadar gelebilirlerdi. Böylece köle tüccarlarının elinden mal olarak satın alınan bu insanlar, Osmanlı âileleri yanında belli bir hizmet ve yetişme devresi geçirdikten sonra ictimâî bir mevki kazanmaktaydılar. "Çağdaş" sözlüklerimizde, "kul" ve "köle" tâbirlerinin âdeta aynı mânâya imiş gibi gösterilmesi ise, belki de her şeye Batı gözlüğüyle bakmamızdan kaynaklanmaktadır. Halbuki biz, Batı'nın ekonomik çıkarlara bağlı o insafsız "köle"ciliğini, târihî merhale içinde hiç tatbik etmemişizdir; bizim öyle bir kölelik anlayışımız yoktur, olmamıştır da.

Ancak enteresan olan bir başka şey de, ne Encyclopédie de I'lslam'da ve ne de onun genişletilmiş versiyonu olan Millî Eğitim Bakalığı'nın İslâm Ansiklopedisi'inde kul ve köle mefhumlarına yer verilmemiş olmasıdır. Buna mukabil Kitâbü Dîvân-ı Lugati't-Türk'te yer alan "kul" kelimesi, Türk lisânında İslâm öncesinden beri bulunmaktadır. Nitekim Orhun Türkçesi'nde, "tâbi, sâdık, hizmetkâr" mânâlarında kullanılmaktadır.
Peki bu durumda nasıl olur da sadrâzam, vezirler, beylerbeyleri dahil topyekün idâreciler, komutanlar ve neferine kadar bütün ordusunu (rahmetullâhi aleyhim ecmaîn) 'pâdişâhın köleleri' gibi düşünüp, "... Köle-kul sistemi Osmanlı devlet yönetiminin temelini teşkil ediyordu" denilebilir?
Cevap basit: 'Devşirme sistemi'ni 'köle tücarları'nın gâye, maksat ve usûlleriyle aynı kabul ederek!"
Halbuki devşirmeler, köle tüccarlarının yaptığı gibi para karşılığında satın alınmaz veya kaçırılmazlar. Aksine çocukların âilelerinden yol ve giyim gibi giderleri için, "kul akçesi" nâmı altında muayyen bir miktar para alınırdı. İdâreci veya komutan olarak sadrâzamlığa kadar bütün yükselme yolları açık olan bu müesseseye reâyâ, çocuğunu bizzat kendisi vermek isterdi. Fakat herkes alınmaz aralarından sadece kanuna göre belirlenen ictimâî ve kültürel vasıfları hâiz olanlar seçilirdi.

Fazilet Takvimi

Konular