İSTANBUL'UN TESBİH VE TEKBİRLERLE FETHİ

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz, Deylemî (rh.)' nin rivâyet ettiği bir hadîs-i şeriflerinde buyurmuşlardır ki: "Cenâb-ı Hakk mü'min kullarına, Roma'nın merkezi olan İstanbul'un tesbih ve tekbir ile fethini nasip etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır." (Râmûzü'l-Ehâdîs) Yani bu büyük fetih, er geç mutlaka Müslümanlara nasip olacaktır buyurarak, apaçık bir mûcizeyi ortaya koymuştur.
İşte Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in bu mûcizeleri, bundan 549 sene evvel bugün tahakkuk etmişti. İslâm ordusunun her neferi lisânını tesbih ve tekbir ile süslüyordu. Bu ulvî kelimelerin ses ve yankıları semâlara yükseliyor, bütün kalplere incelik ve ferahlık, hayret ve azamet hisleri veriyordu. Hatta İstanbul'un bu kuşatması esnasında şehirde bulunan Sakız'lı Piskopos Leonardo, yazdığı bir tarih kitabında şöyle demiştir:
"Eğer siz de bizim gibi, 'Lâilâhe illallah Muhammedün Resûlüllah diyen Fâtih ordusunun sadâlarını duysa idiniz, diliniz tutulur, şaşırıp kalırdınız."
Evet, bu ulvî tesbih ve tekbir sesleri, ruhları tesiri altına alıyor, muhâlif kuvvetleri hayret ve dehşete düşürüyor, hatta felç ediyor. Tevhid ehlinin karşısında mukavemet edilemeyeceğini kalplere duyuruyordu.
Bazı Batılı tarihçilerin ifadelerine göre Kostantin, "Kerkoporte" adındaki bir gizli kapıyı açarak oradan kuşatmacılar üzerine hücum etmek için asker çıkarmış... Sonra da bu kapıyı nasılsa kapatmayı ihmâl etmiş... Açık kalan bu kapıdan da elli nefer Osmanlı askeri zorla şehre girip arkadan Rum askerlerinin üzerine hücum etmiş... Bunun neticesinde Rum askerleri dağılmış... Kostantin yalnız kalarak harbe devam ederken, Likis vâdisinde (Bayrampaşa deresinde) biri yüzünden, diğeri de arkasından almış olduğu şiddetli iki kılınç darbesiyle düşüp ölmüştür! Büyük İslâm ordusu da aynı zamanda Eğrikapı'dan veya Topkapı'dan şehre girmiştir.

Bu Kerkoporte kapısı rivâyeti, bazı araştırmacılara göre bir efsâneden ibârettir. Böyle bir kapıdan sınırlı sayıdaki kimselerin çıkıp, şehri kuşatma altına almış koskoca bir orduya hücum etmesi akla-mantığa ters düşeceği gibi, böyle bir kapıdan elli askerin şehre girip orada oldukça kalabalık bir kuvveti mağlup etmesi de pek düşünülebilecek bir hâdise değildir.
Doğrusu odur ki; İslâm mücâhidleri, o pek sağlam ve muhteşem surları harap etmiş, kendi kuvvetleriyle meydana getirdikleri gediklerden, açtıkları kapılardan şehre girmeye muvaffak olmuşlardır.

Artık şehirde Osmanlı bayrakları dalgalanıyordu, İslâm hâkimiyeti teessüs etmeye başlamıştı. Bu sırada Rumlar, Ayasofya'ya doğru koşuşmuşlardı. Kendilerini düşmandan kurtarmak için, gökten meleklerin ineceğine inanıyorlardı. Halbuki melekler inmesine inmişler ama, mânen Müslümanlara yardım etmiş ve böylece İslâm ordusunda çok şanlı bir fetih tecellî etmekteydi.

Sultan Fâtih hazretleri de şehrin tamamen teslim alınıp fethedildiğini haber alınca, Sen Romen denilen Topkapı'dan İstanbul'a girmiş; Ayasofya'nın önüne gelince, atından inip bu kiliseyi putlardan temizlettirmiş ve bir İslâm mâbedi (câmi) hâline getirerek burada namaz kılmıştır.

Rivâyete göre Fâtih Sultan Mehmed Hân, fetihten üç gün sonra Ayasofya'da cuma namazını kılmıştır. Şöyle ki: Akşemseddin (k.s.) hazretleri, Sultan Fâtih'in koltuğuna girip, onu, son derece tâzim ile minbere çıkarmış. Sultan Fâtih hazretleri de, elinde parlak bir kılıç olduğu halde Allah Teâlâ'ya hamd ve senâda bulunarak bir hutbe îrâd etmiş. Ardından da Akşemseddin hazretleri cuma namazını kıldırmıştır.

Velhâsıl, Sultan Fâtih Mehmed Hân (k.s.), İstanbul'u 54 gün muhâsara edip nihâyet Hicrî, 20 Cemâziyelevvel 857 / Milâdî, 29 Mayıs 1453 Salı günü fethetmiş; bununla orta çağ son bulmuş, yeni çağ başlamıştır.

Kur'ân-ı Kerim'deki, "Beldetün tayyibetün (güzel bir memleket)" (S. Sebe', 15) nazm-ı şerifi, İstanbul'un fethine tarih düşüp ebced hesâbiyle 857 hicrî senesini göstermektedir.

Fazilet Takvimi


Konular